George Orwell'in unutulmaz romanından uyarlanan 1984, izleyiciyi totaliter bir rejimin acımasız dünyasına götürmektedir. Film, Büyük Birader'in sürekli izlediği bir toplumda geçiyor ve bireyselliğin nasıl ezildiğini gözler önüne seriyor. Ana karakterimiz Winston Smith, baskıcı rejimin gözlerden kaçmayan bir parçası olan Gerçek Bakanlığı'nda çalışmaktadır. Bu bakanlığın temel görevi, tarihi belgeleri rejimin istediği şekilde düzenlemek ve gerçekleri çarpıtmaktır. Filmin karanlık atmosferi, Orwell'in romanında tasvir ettiği distopik dünyayı başarıyla yansıtıyor. Winston'un, hükümetin yasakladığı düşünceleri sorgulamaya başlaması ise filmin ana çatışma noktalarından birini oluşturuyor. Film boyunca, Winston'un yasak aşkı Julia ile beraber özgürlüğünü arayışı ve kendi içsel çatışmaları izleyiciye derin bir empati imkânı tanıyor. 1984, yalnızca politik bir eleştiri olmanın ötesinde, bireyin özgürlük ihtiyacına dair güçlü bir mesaj sunuyor. Film, özgürlüğün ve gerçeğin değerini, bireyin toplumla olan çatışması üzerinden işlemesiyle dikkat çekiyor. Katı kurallarla yönetilen bu dünyadaki umut kırıntıları ve değişim isteği, izlerken üzerinde düşünülmeye değer derin temalar sunuyor. Görsel açıdan etkileyici olan film, kasvetli renk paleti ve mekan tasarımıyla distopik bir geleceği başarılı bir biçimde sahneliyor. Yönetmenin dikkat çekici anlatı dili, Orwell'in karanlık anlatısını sinemaya uyarlarken, izleyicide yaratmak istediği duygusal etkileri başarıyla aktarıyor. 1984 filmi, izleyicilere sadece bir hikaye değil, aynı zamanda derin bir toplumsal ve kişisel sorgulama fırsatı sunuyor. Totaliter rejimlerin birey üzerindeki etkilerini gözlemlemek ve özgürlüğün anlamı üzerine düşünmek isteyen her izleyici için bu film kaçırılmaması gereken bir deneyim.
